Bazen düşüncelerim beni alıp geçmişin derinliklerine sürükler, bazen de geleceğin korkutucu karanlıklarına. Her an bir varlık mücadelesi gibi; her adımda, her nefeste, bir arayış… Oysa ne kadar ararsam arayayım, içimde bir eksiklik kalır. Bir şeyi hep kaybederim: Bir huzur, bir güven, belki de sadece bir içsel sükunet.

Bu geceyi de yarına bırakırım. Her şeyin, her sıkıntının, her kırgınlığın bir sonu olacağına inanarak. Huzursuzluklarımı, kırık dökük duygularımı, benliğimi yorgun düşüren soruları, bu geceyi taşımamaya karar veririm. Hadi, derim, bu gecenin de bir sahibi vardır. O sahip yarına bırakır her şeyini, ama bir tek şeyi yanına bırakmak istemez. O, bir zamanlar senin olmuş olan her şeyin öyle ya da böyle seni terk ettiğini fark ettiğinde, bizzat kalbine yerleşen acıyı taşımaz.

Birini sevmek ne demek? Ya da kaybetmek… Birini kaybetmek, insanın ruhunda yıllarca iz bırakan bir boşluk yaratmak ne demek? Bir zamanlar hayatın anlamı olmuş, gözlerinde o parıltıyı görürken geleceğe dair umutlarını ona bağlamışken, bir anda o ışığın sönmesi nasıl bir acıdır? Kimi zaman kaybolan birini ararken, aslında aradığın sadece bir zaman dilimi, bir sıcaklık, bir dokunuş olur. Bazen, kaybedilen yalnızca bir kişi değil, o kişinin varlığında hissettiğin tüm hislerdir.

Yarına bırakırım bu geceyi… Bu gecenin ruhunu, içimdeki hüzünleri, kırgınlıkları. Ama bir şey var ki, ne kadar zorlasam da, ne kadar yarına bırakmaya çalışsam da, o şey bir türlü yanıma gelmiyor. İşte o şey, içimde birikmiş olan sevda. Bir zamanlar bağladığım bütün umutlar, şimdi en derin boşlukta kayboluyor. Gecenin karanlığına karışırken, sevdanın hatıralarını da bir kenara bırakıyorum. Ama sevdanın izleri de, bu geceyi yakalayarak en derin köşeye oturuyor.

Ne var ki, geçer. Tıpkı her gecenin sabaha dönüşmesi gibi. Her şey geçer. Ama geçmeyen, içimde kalan o boşluk olur. Hani yarına bıraktıkça iyileşeceğimi umduğum yaralar vardır ya, işte onlar bazen iyileşmek yerine daha derinleşir. Her yara bir öykü anlatır, her kırgınlık bir anlam yükler insana. Belki de yaşamın kendisi, o yaralardan geçerek büyümektir. Belki de bu geceyi yarına bırakırken, en çok ihtiyacım olan şey, yalnızca bir anlık bir anlayış, bir kabullenme duygusudur. Belki de bu geceyi bırakıp, yalnızca sevgiye, kalp kırıklıklarına, eski dostluklara ve yaralı kalplere dair bir anlam aramaktır.

Bazen, birine inanmak, birine güvenmek, o kişiyle dünyaları paylaşmak, sonra her şeyin bir anda kaybolup gitmesi, insanı derinden yaralar. Kırık bir kalp, hiç kolay iyileşmez. Birini sevmek, ona güvenmek ve sonra hayal kırıklığına uğramak, insanın ruhunda öylesine büyük bir boşluk bırakır ki, bu boşluğu yıllarca doldurmak mümkün olmaz. Zaman geçer, hayat devam eder, ama o kırık kalp bir şekilde hep var olur, derinlerde bir yerlerde…

İşte o yüzden, bu geceyi yarına bırakırım. Ama bir şeyi yanıma bırakamam; o da kırık bir kalp ve kaybolan bir güvenin hatırası. Belki de geleceğe doğru ilerlerken, her adımda, her gözyaşında, biraz daha hafiflerim, biraz daha iyileşirim. Ama bu geceyi yanıma alıp götürmem; yarına bırakırım, ama kalbimdeki bu eksikliği, bu yarayı, bu kırgınlığı, bu boşluğu bırakmam. Çünkü her acının, her kaybın, her kırgınlığın bir anlamı vardır. O anlamı bulduğumda, belki de o geceyi değil, yalnızca hatırasını yanıma alırım.

Ve yarın, belki de daha güçlü olacağım. Çünkü bu geceyi yarına bırakırken, aslında her şeyin geçici olduğunu, her acının bir sonu olduğunu ve zamanın tüm yaraları iyileştirebileceğini hatırlıyorum.

Ama bu geceyi, içimdeki bu kırık kalp ve kırgınlıklarla birlikte yarına bırakırken, yalnızca bir şey söylüyorum: "Beni, bu geceyi, ve kalbimdeki eksiklikleri yarına bırakırım… Ama bir şeyi yanımda taşırım. O da, bu geceyi hatırlayarak, yeni bir umutla yarına adım atmak."